Haksız Eylemden Doğan Maddi-Manevi Sorumluluk

Haksız Eylemden Doğan Maddi-Manevi Sorumluluk

Haksız Eylemden Doğan Maddi-Manevi Sorumluluk

Hukuk düzeni, bireyler arası ilişkilerde hak ve yükümlülükleri düzenlerken, kişilerin birbirlerine zarar vermelerini önlemeyi ve bir zararın doğması halinde de bu zararın giderilmesini esas alır. Bu bağlamda, haksız fiil sorumluluğu, kişisel hakların korunmasında temel bir araç olarak öne çıkar. Türk Borçlar Kanunu’nun 49. ve devamı maddelerinde düzenlenen haksız fiil sorumluluğu, failin hukuka aykırı bir fiil ile bir başkasına zarar vermesi durumunda ortaya çıkan, kusura dayalı bir özel hukuk sorumluluğudur. Bu sorumluluk, maddi zararın giderilmesinin yanı sıra, kişilik haklarının ihlalinden doğan manevi zararların da tazminini kapsar. Dolayısıyla hem ekonomik hem de duygusal, psikolojik zararların hukuken telafisi mümkündür. Haksız fiil sorumluluğu, yalnızca bireyler arası bir hak arama aracı değil, aynı zamanda hukuk devletinin adaleti somutlaştırma çabasıdır. Bu kapsamda, maddi ve manevi tazminat talepleri, yalnızca zararların giderilmesini değil, hukuka olan güvenin ve bireyler arası sorumluluk bilincinin tesisi amacını da taşır. Her ne kadar para, çekilen acının yerini tutmasa da, hukuki düzlemde tazminat, sosyal barışı yeniden inşa eden bir unsur olarak önem kazanır. Hukuk sistemimiz, bu sorumluluk türünü, çağın gelişen ihtiyaçlarına göre sürekli yeniden yorumlamaktadır. Özellikle kişilik haklarına yönelik saldırıların çeşitlenmesi, bu alandaki içtihat zenginliğini artırmakta, yeni hukuki teorilerin gelişmesine de zemin hazırlamaktadır. Neticede, haksız fiil sorumluluğu, adaletin ve toplumsal vicdanın kesişim noktasında duran dinamik bir müessesedir.

Haksız Fiil Unsurları: Genel Esaslar

Bir fiilin haksız fiil teşkil edebilmesi için dört temel unsurun birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir: hukuka aykırılık, zarar, illiyet bağı ve kusur. Hukuka aykırılık, hukuk düzenince korunan bir hakkın ihlalini ifade eder. Zarar, bir kimsenin malvarlığında eksilme (maddi zarar) ya da kişilik değerlerinde sarsılma (manevi zarar) şeklinde tezahür edebilir. İlliyet bağı ise zararla fiil arasında doğrudan bir neden-sonuç ilişkisinin varlığını ifade eder. Son olarak, failin kusurlu olması –yani fiili isteyerek ya da ihmal suretiyle gerçekleştirmiş olması– gerekir. Ancak bazı durumlarda, özellikle ağır tehlike arz eden faaliyetlerde kusur aranmaksızın da sorumluluk doğabilir. Bu da tehlike esasına dayalı sorumluluk rejimi kapsamında değerlendirilir.

Maddi Tazminat: Zararın Telafisi ve İade İlkesi

Maddi tazminat, haksız fiil neticesinde meydana gelen malvarlığı kayıplarının karşılanması amacını güder. Zararın belirlenmesinde zarar görenin malvarlığındaki azalmanın objektif ölçütlere göre saptanması esastır. Türk Borçlar Kanunu’nun 50. maddesi uyarınca, zarar görenin uğradığı zarar miktarını ispat etmesi gerekmektedir. Maddi tazminat kapsamına fiili zarar, yoksun kalınan kazanç, tedavi masrafları, iş gücü kaybı, araç değer kaybı gibi somut kalemler girmektedir. Uygulamada, olayın meydana geldiği tarih, zarar görenin yaşı, mesleği, gelir durumu gibi unsurlar da dikkate alınarak hesaplama yapılır. Yargı içtihatları da bu konuda detaylı yöntemler geliştirmiştir. Özellikle cismani zararların değerlendirilmesinde “aktif-pasif döneme göre gelir projeksiyonu” metodu benimsenmiştir.

Manevi Tazminat: Kişilik Haklarının Korunması

Manevi tazminat ise kişilik haklarına yönelik saldırılardan kaynaklanan, kişinin ruhsal ve bedensel bütünlüğünde meydana gelen elem, ıstırap ve huzursuzluğun hafifletilmesini amaçlar. Türk Borçlar Kanunu’nun 58. maddesi, kişilik hakkı saldırıya uğrayan kimsenin, saldırıda bulunan kişiden manevi tazminat talep edebileceğini düzenlemiştir. Bu tazminat, bir “ceza” niteliği taşımamakla birlikte, zarar görenin yaşadığı acıyı kısmen de olsa telafi etmeyi hedefler. Tazminat miktarı, olayın niteliği, tarafların sosyal ve ekonomik durumları, saldırının ağırlığı ve etkisi gibi ölçütlere göre hâkim tarafından takdir edilir. Manevi tazminatın parasal karşılığı, adaletin somutlaştırılması noktasında bir araçtır; yoksa acının birebir parasal değeri söz konusu değildir. Ayrıca, manevi tazminat taleplerinin kapsamı zaman içinde genişlemiş, kişisel verilerin hukuka aykırı paylaşımı, sosyal medyada hakaret, işyerinde mobbing gibi yeni nesil zarar türleri de bu kapsamda değerlendirilmeye başlanmıştır.

Kusur, İlliyet ve Hukuka Aykırılık Arasındaki İnce Denge

Haksız fiil sorumluluğunda kusur, illiyet bağı ve hukuka aykırılık çoğu zaman iç içe geçmiştir. Kusur, sadece kastı değil, ihmali ve tedbirsizliği de kapsar. Hukuka aykırılık, yalnızca kanunlara aykırılığı değil, genel ahlak kuralları ve dürüstlük kuralına aykırılığı da kapsayabilir. Özellikle, hâkimler hukuka aykırılığı belirlerken objektif ve soyut kıstaslarla birlikte olayın özgül koşullarını da göz önünde bulundurur. İlliyet bağının kesilmesi ise, üçüncü bir kişinin ağır kusuru, mücbir sebep veya zarar görenin ağır kusuru gibi durumlarla söz konusu olabilir. Örneğin, doktorun ihmali ile ölüm gerçekleşmişse, doğrudan illiyet ilişkisi kurulabilirken, zarar görenin kendi kusurunun ağır basması halinde bu bağ zayıflayabilir ya da ortadan kalkabilir.

Yargıtay’ın Görüşü

Yargıtay, haksız fiil sorumluluğu kapsamında özellikle şu esaslara dikkat çeker: Manevi tazminat, zenginleşme aracı olamaz; tazminat miktarı, zarar görenin duyduğu acıyı hafifletecek ölçüde olmalı, fakat zarara neden olan kişi açısından da caydırıcılığı ihmal edilmemelidir. Yüksek Mahkeme, “yerleşik içtihatlarında” zarar görenin sosyal ve ekonomik durumu ile failin ekonomik gücünü birlikte değerlendirmeyi esas almış; sosyal gerçekliğe aykırı, aşırı yüksek ya da aşırı düşük tazminat miktarlarını bozma sebebi saymıştır. Ayrıca Yargıtay, haksız fiilin tekrarlanma riski bulunan durumlarda manevi tazminatın daha yüksek tutulmasının yerinde olacağına da hükmetmiştir. Yine son yıllarda verilen kararlarla, toplumsal duyarlılık oluşturan fiiller (kadına şiddet, çocuklara yönelik zararlar, çevre tahribatı gibi) karşısında manevi tazminatın “toplumsal onarım” aracı olarak görülmesi gerektiği vurgulanmaktadır.

Harika bir tercih Dicoşki. Hemen makaleyi genişletiyorum. Yine aynı resmi ve araştırmacı üslupla, uzun paragraflar halinde, ceza hukuku boyutunu, sigorta hukukunu ve hekim sorumluluğunu detaylı şekilde içerecek şekilde bölümler ekliyorum. Her bir bölüm hem akademik hem de uygulamaya dönük içgörüler taşıyacak. Hadi büyütelim bu hukuki orkestrayı:

Ceza Hukuku Boyutuyla Haksız Fiil ve Tazminat

Haksız fiil sorumluluğu esasen özel hukuk müessesesi olmakla birlikte, aynı fiilin ceza hukuku bakımından suç teşkil etmesi halinde failin hem özel hukuk hem de kamu hukuku alanında sorumluluğu doğabilir. Bu noktada, zarara neden olan eylem hem tazminat yükümlülüğü hem de ceza yaptırımı doğurabilecek nitelikte olabilir. Örneğin, bir kişiye kasten zarar verilmesi, hem Türk Borçlar Kanunu kapsamında haksız fiil sorumluluğuna hem de Türk Ceza Kanunu kapsamında kasten yaralama suçuna vücut verebilir. Ceza yargılamasında fail hakkında hapis cezası veya adli para cezası verilirken, özel hukuk alanında zarar gören kişinin uğradığı maddi ve manevi zararların tazmini talep edilebilir.

Burada önemli olan husus, ceza mahkemesinin kararı ile hukuk mahkemesi kararının birbirini tamamlayıcı nitelikte olup olmadığıdır. Ceza Mahkemesi’nin “mahkûmiyet” kararı, hukuk hakimi açısından bağlayıcı olmasa da kuvvetli delil niteliği taşır. Aynı şekilde, ceza mahkemesinin “beraat” kararı da hukuk yargısını mutlak olarak bağlamaz; çünkü özel hukukta sorumluluk, kusur esasına değil bazen tehlike esasına da dayanabilir. Özellikle Yargıtay uygulamasında, ceza yargılaması sonuçlanmadan açılan tazminat davalarının, hukuk yargıcı tarafından kendi takdir yetkisi ile değerlendirilmesi gerektiği yönünde güçlü içtihatlar bulunmaktadır. Hukuk yargıcı, ceza dosyasındaki bilgi ve belgeleri inceleyerek, kendi delil değerlendirmesini yapma yetkisine sahiptir. Bu yönüyle ceza hukuku ve özel hukuk kesişiminde oluşan bu çifte yapı, maddi gerçeğe ulaşma ve zararların giderilmesi bakımından birbirini tamamlayan bir işlev üstlenmektedir.

Sigorta Hukuku Boyutuyla Haksız Fiil Sorumluluğu

Haksız fiillerden doğan zararların giderilmesinde sigorta sistemi, gerek zarar görenin korunması gerekse failin sorumluluğunun hafifletilmesi açısından önemli bir rol üstlenir. Özellikle zorunlu mali sorumluluk sigortası, trafik kazaları, iş kazaları, çevresel zararlar gibi alanlarda, sigortacının devreye girerek tazminat yükünü üstlenmesiyle, mağdurun zararı daha hızlı ve etkili bir biçimde telafi edilir. Sigorta şirketi ile zarar gören arasındaki ilişki doğrudan olmayıp, genellikle zarar verenin sigortacısı üzerinden yürütülür. Ancak bazı durumlarda, örneğin zorunlu trafik sigortasında, zarar gören doğrudan sigorta şirketine başvuru hakkına sahiptir.

Sigorta hukukunda dikkat çeken en önemli husus, “rizikonun gerçekleşme şekli” ile “sigortacının sorumluluğu” arasındaki ilişkilerdir. Sigortacı, poliçede yer alan genel şartlar çerçevesinde sorumludur ve bu sınırlar dışına çıkan zararlar bakımından tazminat yükümlülüğü doğmayabilir. Örneğin, sigortalının ağır kusuru ya da kastı ile zarar gerçekleşmişse, sigorta şirketi ödemeden kaçınabilir. Ayrıca, sigorta tazminatının ödenmesi, haksız fiil sorumluluğunun tüm sonuçlarını ortadan kaldırmaz. Sigorta şirketi, ödediği tazminat oranında, rücu hakkı yoluyla sorumluya dönebilir. Yani fail, sigortacıya karşı dolaylı bir borç altına girebilir. Bu yönüyle sigorta sistemi, zararın sosyalizasyonu (yayılması) işlevini görmekle birlikte, hukuki sorumluluğu tamamen ortadan kaldıran bir yapı değildir.

Yine uygulamada sıkça karşılaşılan diğer bir mesele, manevi tazminat taleplerinin sigorta poliçeleri kapsamında değerlendirilip değerlendirilemeyeceğidir. Yargıtay kararlarında, sigorta poliçelerinde açıkça düzenlenmediği sürece, sigortacının manevi tazminat ödemekle yükümlü olmayacağı yönünde istikrarlı bir içtihat gelişmiştir. Ancak bazı özel sigorta türlerinde, örneğin doktor mesleki sorumluluk sigortalarında, poliçeye özel hükümlerle manevi zararlar da teminat altına alınabilmektedir.

Hekim Sorumluluğu ve Haksız Fiil Kapsamında Tazminat

Tıp hukuku alanında hekimlerin hukuki sorumluluğu, hem sözleşmeye dayalı hem de haksız fiil esasına dayalı olarak ortaya çıkabilir. Hastayla arasında bir hizmet ilişkisi kurulmuş olan hekim, özen yükümlülüğünü ihlal ettiği takdirde, ortaya çıkan zararlardan sorumlu tutulur. Bu yükümlülük, sadece teşhis ve tedavi sürecine değil, aynı zamanda bilgilendirme, aydınlatma ve rıza alma yükümlülüklerini de kapsar. Nitekim, bir müdahale öncesinde hastanın yeterli bilgi verilmeden, rızası alınmaksızın yapılan tıbbi işlem, açıkça haksız fiil niteliğindedir.

Hekimin sorumluluğu, genellikle “kusura dayalı” olarak değerlendirilir. Ancak bazı özel durumlarda, özellikle özel hastanelerde görev yapan hekimler için, hastane ile hasta arasında kurulmuş hizmet sözleşmesi çerçevesinde, hastane de sorumlu tutulabilir. Uygulamada, “müteselsil sorumluluk” gereği, hasta zararı hastaneye yöneltebilir; hastane ise daha sonra hekime rücu edebilir. Bu nedenle, özel hastaneler, hekimlerini “mesleki sorumluluk sigortası” ile teminat altına almaktadır.

Tıbbi müdahalelerde hata sonucu oluşan zararlar yalnızca maddi zararları değil, aynı zamanda ciddi manevi zararları da doğurabilir. Özellikle estetik ameliyatlarda başarısız sonuçlar, doğum sırasında ihmal nedeniyle engelli doğan bebekler, yanlış tanı ve tedavi sonucu ağır hastalıkların ilerlemesi gibi durumlar, yüksek miktarlarda manevi tazminat taleplerini beraberinde getirir. Hekimin ağır kusurlu olduğu durumlarda, Yargıtay manevi tazminatın artırılarak verilmesi gerektiğine dikkat çekmiştir. Ayrıca hasta yakınlarının da manevi zarar talebinde bulunabileceği kabul edilmiştir. Bu, özellikle ölümle sonuçlanan vakalarda, anne-baba, eş ve çocuk gibi yakınların manevi tazminat talep etme hakkını gündeme getirmektedir.

Haksız Eylemden Doğan Maddi-Manevi Sorumluluk

Haksız Eylemden Doğan Maddi-Manevi Sorumluluk

Hukuk düzeni, bireyler arası ilişkilerde hak ve yükümlülükleri düzenlerken, kişilerin birbirlerine zarar vermelerini önlemeyi ve bir zararın doğması halinde de bu zararın giderilmesini esas alır. Bu bağlamda, haksız fiil sorumluluğu, kişisel hakların korunmasında temel bir araç olarak öne çıkar. Türk Borçlar Kanunu’nun 49. ve devamı maddelerinde düzenlenen haksız fiil sorumluluğu, failin hukuka aykırı bir fiil ile bir başkasına zarar vermesi durumunda ortaya çıkan, kusura dayalı bir özel hukuk sorumluluğudur. Bu sorumluluk, maddi zararın giderilmesinin yanı sıra, kişilik haklarının ihlalinden doğan manevi zararların da tazminini kapsar. Dolayısıyla hem ekonomik hem de duygusal, psikolojik zararların hukuken telafisi mümkündür. Haksız fiil sorumluluğu, yalnızca bireyler arası bir hak arama aracı değil, aynı zamanda hukuk devletinin adaleti somutlaştırma çabasıdır. Bu kapsamda, maddi ve manevi tazminat talepleri, yalnızca zararların giderilmesini değil, hukuka olan güvenin ve bireyler arası sorumluluk bilincinin tesisi amacını da taşır. Her ne kadar para, çekilen acının yerini tutmasa da, hukuki düzlemde tazminat, sosyal barışı yeniden inşa eden bir unsur olarak önem kazanır. Hukuk sistemimiz, bu sorumluluk türünü, çağın gelişen ihtiyaçlarına göre sürekli yeniden yorumlamaktadır. Özellikle kişilik haklarına yönelik saldırıların çeşitlenmesi, bu alandaki içtihat zenginliğini artırmakta, yeni hukuki teorilerin gelişmesine de zemin hazırlamaktadır. Neticede, haksız fiil sorumluluğu, adaletin ve toplumsal vicdanın kesişim noktasında duran dinamik bir müessesedir.

Haksız Fiil Unsurları: Genel Esaslar

Bir fiilin haksız fiil teşkil edebilmesi için dört temel unsurun birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir: hukuka aykırılık, zarar, illiyet bağı ve kusur. Hukuka aykırılık, hukuk düzenince korunan bir hakkın ihlalini ifade eder. Zarar, bir kimsenin malvarlığında eksilme (maddi zarar) ya da kişilik değerlerinde sarsılma (manevi zarar) şeklinde tezahür edebilir. İlliyet bağı ise zararla fiil arasında doğrudan bir neden-sonuç ilişkisinin varlığını ifade eder. Son olarak, failin kusurlu olması –yani fiili isteyerek ya da ihmal suretiyle gerçekleştirmiş olması– gerekir. Ancak bazı durumlarda, özellikle ağır tehlike arz eden faaliyetlerde kusur aranmaksızın da sorumluluk doğabilir. Bu da tehlike esasına dayalı sorumluluk rejimi kapsamında değerlendirilir.

Maddi Tazminat: Zararın Telafisi ve İade İlkesi

Maddi tazminat, haksız fiil neticesinde meydana gelen malvarlığı kayıplarının karşılanması amacını güder. Zararın belirlenmesinde zarar görenin malvarlığındaki azalmanın objektif ölçütlere göre saptanması esastır. Türk Borçlar Kanunu’nun 50. maddesi uyarınca, zarar görenin uğradığı zarar miktarını ispat etmesi gerekmektedir. Maddi tazminat kapsamına fiili zarar, yoksun kalınan kazanç, tedavi masrafları, iş gücü kaybı, araç değer kaybı gibi somut kalemler girmektedir. Uygulamada, olayın meydana geldiği tarih, zarar görenin yaşı, mesleği, gelir durumu gibi unsurlar da dikkate alınarak hesaplama yapılır. Yargı içtihatları da bu konuda detaylı yöntemler geliştirmiştir. Özellikle cismani zararların değerlendirilmesinde “aktif-pasif döneme göre gelir projeksiyonu” metodu benimsenmiştir.

Manevi Tazminat: Kişilik Haklarının Korunması

Manevi tazminat ise kişilik haklarına yönelik saldırılardan kaynaklanan, kişinin ruhsal ve bedensel bütünlüğünde meydana gelen elem, ıstırap ve huzursuzluğun hafifletilmesini amaçlar. Türk Borçlar Kanunu’nun 58. maddesi, kişilik hakkı saldırıya uğrayan kimsenin, saldırıda bulunan kişiden manevi tazminat talep edebileceğini düzenlemiştir. Bu tazminat, bir “ceza” niteliği taşımamakla birlikte, zarar görenin yaşadığı acıyı kısmen de olsa telafi etmeyi hedefler. Tazminat miktarı, olayın niteliği, tarafların sosyal ve ekonomik durumları, saldırının ağırlığı ve etkisi gibi ölçütlere göre hâkim tarafından takdir edilir. Manevi tazminatın parasal karşılığı, adaletin somutlaştırılması noktasında bir araçtır; yoksa acının birebir parasal değeri söz konusu değildir. Ayrıca, manevi tazminat taleplerinin kapsamı zaman içinde genişlemiş, kişisel verilerin hukuka aykırı paylaşımı, sosyal medyada hakaret, işyerinde mobbing gibi yeni nesil zarar türleri de bu kapsamda değerlendirilmeye başlanmıştır.

Kusur, İlliyet ve Hukuka Aykırılık Arasındaki İnce Denge

Haksız fiil sorumluluğunda kusur, illiyet bağı ve hukuka aykırılık çoğu zaman iç içe geçmiştir. Kusur, sadece kastı değil, ihmali ve tedbirsizliği de kapsar. Hukuka aykırılık, yalnızca kanunlara aykırılığı değil, genel ahlak kuralları ve dürüstlük kuralına aykırılığı da kapsayabilir. Özellikle, hâkimler hukuka aykırılığı belirlerken objektif ve soyut kıstaslarla birlikte olayın özgül koşullarını da göz önünde bulundurur. İlliyet bağının kesilmesi ise, üçüncü bir kişinin ağır kusuru, mücbir sebep veya zarar görenin ağır kusuru gibi durumlarla söz konusu olabilir. Örneğin, doktorun ihmali ile ölüm gerçekleşmişse, doğrudan illiyet ilişkisi kurulabilirken, zarar görenin kendi kusurunun ağır basması halinde bu bağ zayıflayabilir ya da ortadan kalkabilir.

Yargıtay’ın Görüşü

Yargıtay, haksız fiil sorumluluğu kapsamında özellikle şu esaslara dikkat çeker: Manevi tazminat, zenginleşme aracı olamaz; tazminat miktarı, zarar görenin duyduğu acıyı hafifletecek ölçüde olmalı, fakat zarara neden olan kişi açısından da caydırıcılığı ihmal edilmemelidir. Yüksek Mahkeme, “yerleşik içtihatlarında” zarar görenin sosyal ve ekonomik durumu ile failin ekonomik gücünü birlikte değerlendirmeyi esas almış; sosyal gerçekliğe aykırı, aşırı yüksek ya da aşırı düşük tazminat miktarlarını bozma sebebi saymıştır. Ayrıca Yargıtay, haksız fiilin tekrarlanma riski bulunan durumlarda manevi tazminatın daha yüksek tutulmasının yerinde olacağına da hükmetmiştir. Yine son yıllarda verilen kararlarla, toplumsal duyarlılık oluşturan fiiller (kadına şiddet, çocuklara yönelik zararlar, çevre tahribatı gibi) karşısında manevi tazminatın “toplumsal onarım” aracı olarak görülmesi gerektiği vurgulanmaktadır.

Harika bir tercih Dicoşki. Hemen makaleyi genişletiyorum. Yine aynı resmi ve araştırmacı üslupla, uzun paragraflar halinde, ceza hukuku boyutunu, sigorta hukukunu ve hekim sorumluluğunu detaylı şekilde içerecek şekilde bölümler ekliyorum. Her bir bölüm hem akademik hem de uygulamaya dönük içgörüler taşıyacak. Hadi büyütelim bu hukuki orkestrayı:

Ceza Hukuku Boyutuyla Haksız Fiil ve Tazminat

Haksız fiil sorumluluğu esasen özel hukuk müessesesi olmakla birlikte, aynı fiilin ceza hukuku bakımından suç teşkil etmesi halinde failin hem özel hukuk hem de kamu hukuku alanında sorumluluğu doğabilir. Bu noktada, zarara neden olan eylem hem tazminat yükümlülüğü hem de ceza yaptırımı doğurabilecek nitelikte olabilir. Örneğin, bir kişiye kasten zarar verilmesi, hem Türk Borçlar Kanunu kapsamında haksız fiil sorumluluğuna hem de Türk Ceza Kanunu kapsamında kasten yaralama suçuna vücut verebilir. Ceza yargılamasında fail hakkında hapis cezası veya adli para cezası verilirken, özel hukuk alanında zarar gören kişinin uğradığı maddi ve manevi zararların tazmini talep edilebilir.

Burada önemli olan husus, ceza mahkemesinin kararı ile hukuk mahkemesi kararının birbirini tamamlayıcı nitelikte olup olmadığıdır. Ceza Mahkemesi’nin “mahkûmiyet” kararı, hukuk hakimi açısından bağlayıcı olmasa da kuvvetli delil niteliği taşır. Aynı şekilde, ceza mahkemesinin “beraat” kararı da hukuk yargısını mutlak olarak bağlamaz; çünkü özel hukukta sorumluluk, kusur esasına değil bazen tehlike esasına da dayanabilir. Özellikle Yargıtay uygulamasında, ceza yargılaması sonuçlanmadan açılan tazminat davalarının, hukuk yargıcı tarafından kendi takdir yetkisi ile değerlendirilmesi gerektiği yönünde güçlü içtihatlar bulunmaktadır. Hukuk yargıcı, ceza dosyasındaki bilgi ve belgeleri inceleyerek, kendi delil değerlendirmesini yapma yetkisine sahiptir. Bu yönüyle ceza hukuku ve özel hukuk kesişiminde oluşan bu çifte yapı, maddi gerçeğe ulaşma ve zararların giderilmesi bakımından birbirini tamamlayan bir işlev üstlenmektedir.

Sigorta Hukuku Boyutuyla Haksız Fiil Sorumluluğu

Haksız fiillerden doğan zararların giderilmesinde sigorta sistemi, gerek zarar görenin korunması gerekse failin sorumluluğunun hafifletilmesi açısından önemli bir rol üstlenir. Özellikle zorunlu mali sorumluluk sigortası, trafik kazaları, iş kazaları, çevresel zararlar gibi alanlarda, sigortacının devreye girerek tazminat yükünü üstlenmesiyle, mağdurun zararı daha hızlı ve etkili bir biçimde telafi edilir. Sigorta şirketi ile zarar gören arasındaki ilişki doğrudan olmayıp, genellikle zarar verenin sigortacısı üzerinden yürütülür. Ancak bazı durumlarda, örneğin zorunlu trafik sigortasında, zarar gören doğrudan sigorta şirketine başvuru hakkına sahiptir.

Sigorta hukukunda dikkat çeken en önemli husus, “rizikonun gerçekleşme şekli” ile “sigortacının sorumluluğu” arasındaki ilişkilerdir. Sigortacı, poliçede yer alan genel şartlar çerçevesinde sorumludur ve bu sınırlar dışına çıkan zararlar bakımından tazminat yükümlülüğü doğmayabilir. Örneğin, sigortalının ağır kusuru ya da kastı ile zarar gerçekleşmişse, sigorta şirketi ödemeden kaçınabilir. Ayrıca, sigorta tazminatının ödenmesi, haksız fiil sorumluluğunun tüm sonuçlarını ortadan kaldırmaz. Sigorta şirketi, ödediği tazminat oranında, rücu hakkı yoluyla sorumluya dönebilir. Yani fail, sigortacıya karşı dolaylı bir borç altına girebilir. Bu yönüyle sigorta sistemi, zararın sosyalizasyonu (yayılması) işlevini görmekle birlikte, hukuki sorumluluğu tamamen ortadan kaldıran bir yapı değildir.

Yine uygulamada sıkça karşılaşılan diğer bir mesele, manevi tazminat taleplerinin sigorta poliçeleri kapsamında değerlendirilip değerlendirilemeyeceğidir. Yargıtay kararlarında, sigorta poliçelerinde açıkça düzenlenmediği sürece, sigortacının manevi tazminat ödemekle yükümlü olmayacağı yönünde istikrarlı bir içtihat gelişmiştir. Ancak bazı özel sigorta türlerinde, örneğin doktor mesleki sorumluluk sigortalarında, poliçeye özel hükümlerle manevi zararlar da teminat altına alınabilmektedir.

Hekim Sorumluluğu ve Haksız Fiil Kapsamında Tazminat

Tıp hukuku alanında hekimlerin hukuki sorumluluğu, hem sözleşmeye dayalı hem de haksız fiil esasına dayalı olarak ortaya çıkabilir. Hastayla arasında bir hizmet ilişkisi kurulmuş olan hekim, özen yükümlülüğünü ihlal ettiği takdirde, ortaya çıkan zararlardan sorumlu tutulur. Bu yükümlülük, sadece teşhis ve tedavi sürecine değil, aynı zamanda bilgilendirme, aydınlatma ve rıza alma yükümlülüklerini de kapsar. Nitekim, bir müdahale öncesinde hastanın yeterli bilgi verilmeden, rızası alınmaksızın yapılan tıbbi işlem, açıkça haksız fiil niteliğindedir.

Hekimin sorumluluğu, genellikle “kusura dayalı” olarak değerlendirilir. Ancak bazı özel durumlarda, özellikle özel hastanelerde görev yapan hekimler için, hastane ile hasta arasında kurulmuş hizmet sözleşmesi çerçevesinde, hastane de sorumlu tutulabilir. Uygulamada, “müteselsil sorumluluk” gereği, hasta zararı hastaneye yöneltebilir; hastane ise daha sonra hekime rücu edebilir. Bu nedenle, özel hastaneler, hekimlerini “mesleki sorumluluk sigortası” ile teminat altına almaktadır.

Tıbbi müdahalelerde hata sonucu oluşan zararlar yalnızca maddi zararları değil, aynı zamanda ciddi manevi zararları da doğurabilir. Özellikle estetik ameliyatlarda başarısız sonuçlar, doğum sırasında ihmal nedeniyle engelli doğan bebekler, yanlış tanı ve tedavi sonucu ağır hastalıkların ilerlemesi gibi durumlar, yüksek miktarlarda manevi tazminat taleplerini beraberinde getirir. Hekimin ağır kusurlu olduğu durumlarda, Yargıtay manevi tazminatın artırılarak verilmesi gerektiğine dikkat çekmiştir. Ayrıca hasta yakınlarının da manevi zarar talebinde bulunabileceği kabul edilmiştir. Bu, özellikle ölümle sonuçlanan vakalarda, anne-baba, eş ve çocuk gibi yakınların manevi tazminat talep etme hakkını gündeme getirmektedir.



Haksız eylem , Maddi tazminat , Manevi tazminat , Sorumluluk , Haksız fiil , Kusur , Tazminat davası , Değer kaybı , Haksız fiil sayılması , Zarar ,
Whatsapp ile görüş